20 Nisan 2012 Cuma

Piero Guidi- Çantalar

Piero Guidi'nin çanta modellerini  çok seviyorum (özellikle magic circus serisini). Hem çok kaliteli, hem çok neşeli, hem de taklitsizler:) Normalden biraz daha fazla bir ücret ödenip, sonra taklitlerini bolca görebileceğim modellerden hoşlanmıyorum. Bir de, sırf "pahalı" olduğu için "şık" zannedilen şeyleri giymenin, ya da kullanmanın "stil" sahibi olmak anlamına geldiğine inanmıyorum. İnsanı özel kılan bir stili olmalı. Sokaktaki tüm kadınların birbirlerine benzemeleri bana şaşırtıcı geliyor (aynı saçlar, aynı estetik burunlar, aynı botoks suratlar, aynı şiş dudaklar, aynı çantalar, aynı pantolonlar, vs vs vs...) , neden insan bir başkasına benzemek istiyor onu da hiç anlamıyorum...

Neyse, Piero Guidi'den birkaç çanta modeli ekleyeyim, size. Her renk giysiyle kullanılabiliyor olmaları bana çok avantajlı geliyor. Kısacası, ben çantamı çok seviyorum:)







Bu, Piero Guidi'nin resmi sitesi. 
http://www.pieroguidi.it/index.php/en/leather-goods/magic-circus


http://www.pieroguidinyc.com/en/catalogo.aspx
Bu da bir alışveriş sitesi, modeller daha net görünüyor sanki...(bu alışveriş sitesinden hiç sipariş vermediğimi ekleyeyim, sadece fiyat bilgisi açısından paylaşıyorum.)

11 Nisan 2012 Çarşamba

Ayakkabılarrrrrrr

Ayakkabılarınızı gönül ferahlığı ile isteyebileceğiniz birkaç adres. 150 doları geçmedikçe kargoya takılmıyorlar:))
http://piperlime.com
http://www.jildorshoes.com/
http://www.macys.com/
http://shop.nordstrom.com/
www.victoriassecret.com

Benim bu sıralar favorim Guiseppe Zanotti ayakkabıları!
İşte, Guiseppe Zanotti'den beğendiğim/bayıldığım modeller...













http://www.luisaviaroma.com/index.aspx?#getData.aspx|CallType=Vetrine&season=actual&gender=women&group=&fromStyle=
Bu harika ayakkabılardan bazılarını bu adresten bulabilirsiniz!

27 Mart 2012 Salı

Bu bahar ne giysem

Yeni modellere bakarken herkes kendi giyebileceği bir şeyleri görüyor; algıda seçicilik. Rachel Comey'nin tasarımlarını beğendim, özelllikle de şu resimdekini, etek boyu, yakası, kolları, elbisenin ne çok dar ne çok bol oluşu, ayakkabılar ve elindeki çanta, hatta o kıyafetle valiz bile taşıyabilmesi hoşuma gitti. Vuran ayakkabılardan nefret ediyorum, önünü kısa yaptıkları zaman genellikle bu sorun yaşanıyor, bunların burnu uzun, o yüzden özellikle beğendim. Rengi de hoş. Rachel Comey ayakkabılarından almak isteyen olursa adresi
www.solestruck.com/rachel-comey-womens-shoes/
veya
www.polyvore.com/rachel_comey_shoes/shop?brand=Rachel+Comey&category_id=41
Fiyatlar 400$ civarı.

Source: style.com via Petek on Pinterest



Bu da Chloe'nin bahar koleksiyonundan. Çok beğendim. Özellikle şortun kendinden kemerini. Yakışsa da yakışmasa da aynen böyle bir kıyafetim olacak ve giyeceğim. Bronz ayakkabılara dikkatinizi çekerim, önümüzdeki sezon ve kış sezonunda bakır-bronz renkler bol bol kullanılacak. Ayakkabıların rengi tamam ama bu biçimi beğenemeyeceğim bir türlü, sevmedim sevemem...


Source: vogue.com via Petek on Pinterest


Baharda ne giysem bugün ne giysem, yeni ne alsam tamam ama bir de şöyle bir şey var:
Kate geçenlerde ilk konuşmasını yaparken annesinin elbisenini giymiş, olay olmuş. Ne var bunda, kız ilk günden beri mütevazı davranıyor. Asaletini veya her istediğini alabilecek kadar parası olduğunu kanıtlama çabasına girmemesi takdir edilmeli. Gerçi kimseyi de suçlamamak lazım; mütevazı davranacak kadar kendine güvenmeyenden öyle davranmasını bekleyemeyiz.



22 Mart 2012 Perşembe

Kendiniz Yapın Kendiniz Giyin/ Do it Yourself Wear it Yourself:)

Dikişsiz Drape Etek / Do it Yourself Draped Skirt

Hep istemişimdir, aklımdaki fikirleri kumaşa dökebilmeyi. Çizebildiklerimi dikebilmeyi... Ama bende kesinlikle o sabır yok:) İpliği iğneden geçirirken bile içim daralır:) Düğmem kopsa anneme koşarım. Bu yüzden bu eteği görünce benim gibi "dikişle" arası olmayanların yapabileceği bir şey diye düşündüm ve hemen sizlerle paylaşmak istedim. İstediğiniz kumaşa uygulayabilirsiniz, sonuç gayet güzel olmuş. Yazın bu şekilde çok hoş pareolar yapılır, malum yaza az kaldı; elimizin altında bir yol gösterici olsun.

I've always wanted to sew and wear the designs I sketch but... I am a sadly impatient person:) I can't even sew a button. But that "do it yourself draped skirt" is something even I can do:) Now that the summer is approaching, I guess it will be cool at the beach with different kinds of fabric. Enjoy:)


Fular Bağlamanın 40 Yolu / 40 Ways to Tie a Scarf

İkinci kılavuzum fular bağlamanın 40 yolunu gösteriyor! Ben fulara bayılıyorum, çok kullandığım bir aksesuar. İçlerinden bazılarını çok beğendim, hemen birini bugün uyguladım bile. Buyurun, siz de aralarından seçin beğenin. Aynı fuların farklı bağlama tekniği ile farklı bir havaya girdiğini göreceksiniz.

My second guide shows 40 ways to tie a scarf. So, if you are a "scarf freak" like me, I am sure you'll enjoy it. I tried one of them today and loved it!




25 ways video

Maalesef, resimler küçük, büyütmek mümkün değil. Bu nedenle, bu videoyu ekledim. Resimden daha bile iyi:)
Daha açıklayıcı anlatımlar ve videolu anlatımlar için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.
http://www.scarves.net/how-to-tie-a-scarf/

Unfortunately, the picture is small and it is not really possible to see all the details, so I am adding this video:) This 25 only:(
For more detailed explanations and videos, please click on the link below.


Fularları Saçımızda Nasıl Kullanabiliriz /How to Use a Scarf to Style Your Hair

Sahip olduğumuz fularları sadece boynumuzda değil, saçımızda da kullanabiliriz. Ben aşağıdakilere bayıldım! Özellikle uzun saçla kullanılan haline! Yaz gelse de denesem!

There are million ways to use a scarf. And that's another! I loved these scarves on hair! Can't wait for the summer! I loved it with the long hair- second picture on the right.


 

20 Mart 2012 Salı

3D Nail Polish/Üç Boyutlu Ojeler

Hastalığımda bloğuma yaptığı değerli katkılar için canım ablama buradan çoook teşekkür ediyorum. Onu tanıyan bilir, 24 saati de dolu biridir, bu yüzden bu değerli katkısı için ona tekrar tekrar teşekkür etmeyi bir borç biliyorum:) Bu arada bloğumda yayınladığı saç modellerine, degrade çoraba ve üç boyutlu ojeye bayıldım. Saçın tarifini zaten vermiş, çorabın linkini de vermiş. Ojeler de benden olsun bari:)
Bu üç boyutlu ojeler, bu yaza damgasını vuracak benden söylemesi. Henüz yurtdışında bile satışa sunulmadı. Bu değerli bilgiyi sizlere sunmaktan gurur duyuyoruz:))) Şaka bir yana, gerçekten bu üç boyutlu ojelerin geçen yıl başlayan renkli oje çılgınlığından sonra oldukça ilgi çekeceğini düşünüyorum. Biz bayıldık. Şimdi, biraz bakalım bu üç boyutlu oje neymiş, nasıl sürülürmüş, nereden alınırmış?
I'd like to thank dear my sister for her contributions during my illness. She always finds the most amazing stuff! Like the 3D nail polish. I really loved it, so thought I should give you a detailed info. So, here it comes....


Dudaklardaki fantazi olmuş:) Zaten, sanırım fotoğrafa renk olsun diye yapılmış. Bu üç boyutlu oje olayına Caviar Manicure deniliyor. Peki, bu oje bir şey? Tek bir oje mi, yoksa bir şeyleri karıştırıp sürüyoruz? Bakalım....
How do we apply it? Let's see...

Şimdi, işe önce zemin olarak süreceğimiz ojeyle başlıyor ve iki kat sürüyoruz. Unutmayın, parmakları birer birer boyuyoruz ki oje kurumasın. Work on one nail at a time and apply two coats of the enclosed Ciaté Paint Pot shade.

İkinci aşama; oje kurumadan, parmağınızı küçük bir tepsinin üzerinde tutarak, minik ışıltılı parçacıkları parmağınıza döküyorsunuz. Place your finger over the tray and sprinkle Caviar pearls over your painted nail ensuring you do this whilst the nails are still wet.

Işıltılı parçacıklarla tırnağın üzeri tamamıyla kaplandıktan sonra nazikçe üzerine bastırıyoruz. Once fully covered, gently press and compact the Caviar pearls into your nail bed to ensure durability.
Sonra, minik huni yardımıyla tepsiye dökülen çok değerli ışıltılı parçacıklarımızı şişeye geri boşaltıyoruz ki, ziyan olmasınlar:) Place the mini funnel into the Caviar pearls bottle and tilt the tray over the funnel to pour in your precious beads.
İşimiz bitince, 15-20 dak tırnaklarımızın kurumasını bekliyoruz. Once finished, leave your nails to completely dry for 15 to 20 minutes.
Ve işte, Caviar manikürlü tırnaklarımız hazır! Voila! You now have perfectly Caviar manicured nails.
Peki, bu üç boyutlu ojeyi tırnağımızdan nasıl çıkarıyoruz? Normal, asetonla çıkıyorlar:)
How do we remove the 3D nail polish? With regular nail polish remover.

Where can you buy it? Coming soon to all Sephora stores and sephora.com.

Bu kadar dallandırıp budaklandırdıktan sonra nereden alacağız sorusuna da cevap verelim. Bu manikür kiti henüz satışa sunulmamış. Ama sunulduğunda Sephora'larda satılacakmış. Maalesef, bizim ülkemizdeki Sephora'larda neredeyse aranan hiçbir şey bulunmuyor. En mükemmel fondötenleri hala yurtdışı Sephoralardan buluyoruz. Ama  belki bu oje gelir. Ama yok ben illa da istiyorum diyorsanız, aşağıdaki linki takip edin. Yurtdışına gönderim yapıyorlar. Satışa sunulduğunda isteyebilirsiniz.
http://www.ciate.co.uk

Kızlar İçin Yeni Bir Şeyler

Genç olsam ben bunları denerdim.
Efsane türü filmleri hep sevmişimdir. Kızların saçları hep şöyle bir romantik havada ya upuzun omuzlarından aşağı dökülür ya da değişik değişik örülmüştür. Biraz sabır istiyor ama bu yaz birinden rica edeceğim. İşte nasıl yapıldığı da bu resimde görülüyor. Yalnız ben o son takılan fiyonktan hoşlanmadım. Sade daha güzel.


Source: saifou.com via Petek on Pinterest

Bir de şu var. Bu da güzel. Bir gün bunu bir gün öbürünü yaptıracağım.



Source: saifou.com via Petek on Pinterest


Genç olsam kış bitmeden şu çoraplardan giyerdim. Siyahtan beyaza doğru rengin açılması hoşuma gitti. Yalnız biraz ince bacak gerekiyor, herkese olmaz.
Biraz önce araştırıp buldum. Bu çorabın koyu kahveden sarıya doğru renk değiştieni de var. Fiyatı 35$ şurada satılıyor  http://www.etsy.com/listing/95156332/ombre-tights-in-animal


Source: etsy.com via Petek on Pinterest

Koyu renkli ojeler aslında hiç kullanmam, başkasında da beğenmem ama bu mücevher gibi. Giden olursa alsın bana bundan. İngiliz markası Ciate, rengi de "Caviar Mani- Black"


5 Mart 2012 Pazartesi

Esra K.Okay'ın SARE'si....

Hayatımız boyunca bir sürü insan tanırız; kimini sever, kiminden nefret ederiz. Bazıları ise, bizim için "değerli" olur, tanıdığımız için sevinir, hatta gurur duyarız. İşte, Esra Karaduman Okay da benim hayatımdaki "değerli" insanlardan. Zarafeti, kültürü, yeteneği ve en önemlisi "insanlığı" ile bazen sahtekarlığına dayanamadığım hayatın bana umut veren dürüst bir yüzü. Yollarımız, Doğuş Üniversitesi'nde İnci Aral ve Enver Aysever tarafından verilen "Yaratıcı Yazarlık Atölyesi"nde kesişti, ardından Remzi Kitapevi'nin çıkardığı Kitap Gazetesi'nin kuruluşuna birlikte katkıda bulunduk. Kitap Gazetesi için kitap eleştirileri yazdık, röportajlar yaptık. Ben ayrıldım, o devam etti. Bir hafta içinde dört koca kitap okuyup, her birine eleştiri yazısı yazdığına, bununla da yetinmeyip, araya bir röportaj sığdırdığına çok şahit oldum. Kitap Gazetesi için neler yazmadı ki... Hakkında eleştiri yazısı yazdığı kitapları yazmaya kalksam blogta başka şeylere yer kalmaz. Ama röportaj yaptığı önemli yazarlarımızdan aklıma gelenleri sıralayabilirim; Çetin Altan, Nazlı Eray, Füsun Akatlı, Hasan Ali Toptaş, Tahsin Yücel, Mine Kırıkkanat, Ahmet Ümit, Ayfer Tunç, İpek Çalışlar, Latife Tekin... Okuyanlar bilir, yaptığı röportajlar öyle çok tanınmış bir gazetenin, tuhaf saçlı kadın köşe yazarının yaptığı röportajlara benzemez, son derece can alıcı sorular sorar, yazarı gerektiğinde köşeye sıkıştırır, kitabın belki de yazarın bile girmediği derinliklerine daldığını, kabuğun altında kalmış ufak bir detayı nasıl bulup da çıkardığını görür, hayran kalır, yazarın afallamasına şahit olursunuz.
Esra Karaduman Okay'ın annemin kısa bir süre önce çıkan "SARE -Bir Kadın Tanıdım Yaşarken" adlı romanını adeta bir röntgen filmi çeker gibi okuyacağını ve sonrasında eleştirilerini "dürüstçe" sunacağını tahmin etmiştim. Tahmin etmediğim, bize yapacağı sürprizdi. Sıkıntılı bir günün akşamında, sabaha karşı açtığım e-postamda aşağıda yayınlayacağım yazısını görünce Esra Karaduman Okay'ın kitaplarla kurduğu iletişime bir kez daha hayran oldum...  Ben ona bundan sonra "Kitaplara Fısıldayan Kadın" diyeceğim....



BİR YAŞAM BİR TARİH
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Kafkasya’dan kız çocuklarının kaçırılıp, saraya, konaklara cariye ya da köle olarak satıldıkları, aslında herkesin kulaktan dolma da olsa bildiği bir konudur. Çok çok eski zamanlar da olmuş olmasından ötürü ya da kulaktan duyulduğu için, kim bilir, masal gibi gelir  insanlara. Bu tarz olayların hangi yaşamları nasıl biçimlendirdiği üzerine, doğrusu çok az kafa yorulmuştur.  Bir taraftan müslüman oldukları için Rus yönetimlerinden zulüm gören,  evleri yakılan yıkılan ve göçe zorlanan  millet diğer taraftan İstanbul’da satılmak üzere kaçırılan küçücük kızlarının  çilesiyle boğuşmaktadır. Çaresizliklerin hangisini tercih etmek ister ki insan?  Tabi ki hiç birisini. Ama bazen kader zorlayıcı olur ve birisini reddetmek isterken hepsini kabul edip yaşamak zorunda kalabiliriz. Kafkasya’nın acılarla ve yaşam mücadelesiyle dolu tarihine yakın bir dokunuşla, yaşanmışlıkların aktarılmasıyla, tanıklık eden bir romanla ben de açtım gözlerimi.

“Sare”
Uzun adıyla “Bir Kadın Tanıdım Yaşarken SARE” . Bu roman Canan Doğu Demir’in ilk romanı.  Gerçekten kitabın adında geçtiği gibi, Canan Hanım, Sare’yi tanıyor hem de çok yakından. Bu yakın tanışıklığın ona mirası, Sare’nin hiç de kolay olmayan yaşamının, yazılmasını istemesi. Ve ona bu amaçla günlüğünü bırakması.  İşte böylesi bir sorumlulukla çıkıyor Canan Hanım yola. Bilgi ve belgeleri, şahitlikleri, dinlediklerini, gördüklerini bir güzel harmanlıyor belli ki. Sonra bir roman yapıyor onlardan. Oldukça keyifli bir roman hem de…

Herkesin hayatı bir romandır aslında. Bunun içindir ki şu sözün doğruluk payı olduğuna inanırım ben. “Yazsam roman olur”. Aslında iş biraz da burada başlıyor. O yüzden sormak lazım kişiye “yazsan roman olur mu” diye. Çünkü “yazmak”tır burada işin özü. Öyle anı-romanlar vardır ki, roman olamamış. Canan  Hanım,  Sare’ye verdiği sözü tutarken, edebiyatı da üzmemiş, gönlünü almıştır. Sare’yle Canan Hanım arasındaki akrabalıktan ben söz etmeyeceğim. Okur bunu romanın sonunda kendisi öğrenecek nasıl olsa. Her şeyi devletten beklememek lazım değil mi?

Şimdi biraz romana uzanalım: Hatice köyünde koyunlarla oynarken evinden biraz uzaklaşır.  Bunun farkına vardığında ise artık tehlikenin içine düşmüştür. Oysa o da, tıpkı kırmızı başlıklı kız gibi, uyarılmıştır ama oyunlarının içinde yaşayan bir çocuktur sonuçta ve iplerin elinden kaçıp kaderin eline geçtiği an gelmiştir. Bir daha hiç oyun oynayamayacak ve birden bire büyümek zorunda kalacaktır.

Hatice’nin Kafkasya’dan kaçırılarak çıktığı yolculuk zorlu bir yolculuktur. Zorlu ve sonu belirsiz. O yaşlarda bir çocuk için fiziksel şartlar çok ağır, ruhsal yoksunluklar üst düzeydedir. Bu yolun sonunda sadece kaderin ona iyi niyeti ve karşılaşacağı insanların insafı düzeyinde huzur ve mutluluk bulacaktır. Dünyaya gelirken sahip olduğu aklı ve ailesinin ona verdiği yaşam becerisini üst düzeyde kullanarak şekillendirecektir  yaşamını artık.  İlk zamanlar hep kaçıp köyüne dönmek isteyecek, ardından bunun mümkün olmadığını kabullenip, yaşadığı yerdeki ev sahibinin onu köyüne göndermesinin hayalini kuracak ama bunun da imkansızlığını görüp vazgeçecektir yıllar içinde. Bu arada kızının hasretiyle yanıp tutuşan bir aile vardır hala koparıldığı yerde. Koca İstanbul demeden kızını aramaya çıkan bir baba.  Kaçırılan onca kız çocuğunun içinde benimkini nasıl bulurum demeden kapı kapı kızını arayan bir baba. Yıllar geçti ölü mü sağ mı demeden, umudunu kaybetmeden kızını arayan bir baba.   Az sonra demeyeceğim ve tabi ki sonunu söylemeyeceğim. Çünkü okurun elinden o satırları okuduğunda hissedeceklerini çalmak istemem.

Hatice’nin İstanbul’a gelip kendine biçilen hayatları yaşamaya alışmasından sonra, yani bu geçen süre içinde Kafkasayada zulümler iyice şiddetini artırmış, Müslüman halkın evleri barkları yakılıp yıkılmış ve insanlar göçe zorlanmıştır. Hatice yeni hayatında bu yurdundan sürülen bir çok insana İstanbul kapısı olacaktır. Tanıdık tanımadık bir sürü göçmenin İstanbul adresi olan Hatice’nin evinden saraya da bir cariye gidecektir.

Cariye demişken, malum, popüler kültürümüzün en vazgeçilmezleri arasına giren televizyon dizileri, bize neyi nasıl arzu ederse öyle anlatma ve kabul ettirme gücüne sahip günümüzde. Bunlardan biri de padişahla, paşalarla, sultanlarla, cariyelerle dolu koca bir harem resmi çiziyor ekranlarda.  Toplumun büyük bir kesimi tarafından beğenilen, takdir gören, hani bir mümkünü olsa taklit edilecek olan bu yaşam tarzı, gerçekten  bu kadar albenili, tutkulu ve özenilesi mi? Eğer tarihçilere inanacaksak değil. Ama her hafta ayrı bir duygu seliyle akmak dururken, kim ne yapsın tarihçileri değil mi? Çoluk çocuk diziliriz ekran karşısına, al sana, Osmanlı gelmiş evimize. Ne diye o tarihçinin bu tarihçinin anlattığıyla kafa yoralım şimdi, kaçıralım keyfimizi. Ama öyle değil tabi. Bir de gerçekler var. Tarihi kişilikler yazarın keyfine göre servis edilebiliyor topluma. Yazar hangi gözlüğü takarsa işte öyle. Ben de izleyenlerin, okuyanların yakın tarihi, dizilerden ve romanlardan öğrenmesini isterim. Ben de bir okur ve izler olarak bundan keyif alırım ve bunu desteklerim. Çünkü bu yöntem gerçekten  eğlenceli, kolay ve çabuktur. Ve buna verilecek örnek de ülkemizin geçmişinde ve halen tüm dünyada boldur. Ama bugün malesef bu konuda kısırlık gündemde. Her konu da olduğu gibi.  Tarihi olayların akılcı ve o güne uygun bir kurguyla şekillenerek ve belli bir  dil lezzetiyle kaleme alınması tadına doyulmaz bir keyif verir. Ve insanın hem belleğinde hem de ruhunda izler bırakır. “Sare” okuru,  saray hayatına, hareme, padişahın eşlerinden biri olma haline anılar üzerinden bakıyor burada.

Hatice’yle başlayan roman, torunu Sare’nin ölümüne dek sürecek olan uzun bir zamana yayılır. Kafkasya’dan kopan bu insanların öykülerinin büyük bir kısmı Türkiye’de geçer. Bu uzun zaman diliminde de kudurmuş devletlerin çıkardığı dünya savaşı, paylaşılmak için çırpınılan Osmanlı İmparatorluğu, kurtuluş savaşı, imparatorluğun kaçınılmaz çöküşü ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu vardır. Savaşlar, acılar, yokluklar, erken yaşanan kayıplar kaçınılmaz olarak üzüntü verirken, insanların hayatta kalma savaşının içinde acıların çabuklukla sağaltılması gereği de ayrıca okur olarak beni derinden etkiledi.  Ve de çok düşündürdü… Bugün düşündüğümde katlanılamaz diyebileceğim acılar yaşayan insanların o günün olumsuz koşullarının dayatmasıyla ayağa kalkması ve hayatına olduğu yerden devam etmesi, insan denen varlığın gücü konusunda beni şaşkınlığa uğrattı çoğu yerde.  Özellikle savaşların toplumlar üzerindeki  yıkıcı etkisine bir kere daha tanıklık ettim “Sare”’yle. Çünkü savaşların yıkıcı etkileri sadece savaşan ülkeler için değil, tüm dünya için kötü ve acımasız. 2. Dünya Savaşı’na girmeyen Türkiye Cumhuriyeti, o yıllar boyunca savaşın soluğunu ensesinde hissederek ve korku içinde yaşayacaktır. Tüm ülke için olduğu gibi Sare ve ailesi için de zor günler kapıdadır bu yıllarda.

Sare de Hatice gibi sevgi dolu bir yuvaya doğan mutlu bir çocuktur. Ama ne yazık ki onun da mutluluğu çok kısa sürecektir. Kaderin kurguları insan aklının alamayacağı ve çoğu zaman da kabullenemeyeceği şekildedir ne yazık ki. Kötü günler başladığında Sare, henüz küçük bir kız çocuğudur. Anne ve babasını kaybeder.  Ve torununa hayatı boyunca her koşulda sahip çıkmaya çalışacak olan Hatice, Sare’nin tek dayanağıdır. Onun hayatının üzüntülü durakları çok olacaktır ama taparcasına sevdiği çocukları ve tutkulu aşkı ona tüm üzüntüleri göğüsleme gücü verecektir hep.   Hayatın semalarında uçmayı bilirken çamurlu yollarında da yürümeyi öğrenecektir.  Konak hayatından kira odasına uzanan yaşamında  her duruma uyum sağlayacak ama hiçbir durumda onurundan vazgeçmeyecektir.
Evet, hüzünlü bir roman bu. Yaklaşık yüzyıllık bir hikaye anlatılan. Ve bu sürede tarihi olayları fonda veren yazar, sosyal yaşamın olgularına da değiniyor. Bunu bilinçli olarak yapıp yapmadığını bilmiyorum ama roman bize o zaman ki yaşam tarzlarını da öyküleri kurarken aktarıyor. Konak hayatından başlayıp yavaş yavaş halkın yaşadığı mahallelere doğru bir gözlem yapmak mümkün. Bu da romanın başka bir tarafı…

Bazen insan, üzerine bir battaniye alıp şöyle bir uzanmak ister ya hani, benim için bazı romanlar öyledir. Sıcacık bir battaniye gibi… Sığınma potansiyeli olan, beni kendi  gerçeklerimden uzaklaştıran, başka yere ve zamana götürenler… “Sare” onlardan biri. Keyifle okudum…
Esra Karaduman Okay
Sare'yi okumak isteyenlerin aşağıdaki linklerden birine tıklamaları yeterli...
http://www.idefix.com/Kitap/tanim.asp?sid=VZJQP7383K4TYI3KSD9K
http://www.arkeolojisanat.com/tr/product_details.asp?product=901
http://www.netkitap.com/arabul2.asp?select=Kitap+ad%FDnda&ad=sare&x=23&y=5
http://www.kitapvadisi.com/prddet.php?pid=812996
https://www.firsatkitap.com/kitap-detay/sare-bir-kadin-tanidim-yasarken/10233.html
http://www.limonkitap.com/kitap/sare-bir-kadin-tanidim-yasarken-p519301.html
http://www.kitapelinizde.com/kitap/773716/sare__bir_kadin_tanidim_yasarken_canan_dogu_demir.htm
http://www.kitapambari.com/kitap/bir-kadin-tanidim-yasarken-sare-p547437.html